İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan 19 Mart protestoları, kısa sürede iktidarın yargı ve toplum üzerindeki baskısına karşı kitlesel bir direnişe dönüştü. Tıpkı Franz Ferdinand suikastinde olduğu gibi, kıvılcım küçük ama yangın büyük.
Türkiye, 19 Mart 2025’te başlayan ve kısa sürede ülke geneline yayılan protesto dalgasıyla son yılların en geniş katılımlı toplumsal hareketlerinden birine tanıklık ediyor. İlk kıvılcımı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması yaktı. Ancak süreç, kısa sürede tek bir siyasi figürün yargılanmasını aşan, daha geniş bir adalet ve demokrasi talebine dönüştü.

Protestolar nasıl başladı?
19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu, hakkında açılan “ihaleye fesat karıştırma, suç örgütüyle bağlantı, rüşvet” gibi suçlamalar gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. Bu gelişme, geniş bir kesim tarafından siyasi bir operasyon olarak yorumlandı. Gözaltı kararının ardından İstanbul’un farklı semtlerinde başlayan gösteriler, saatler içinde Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa, Adana ve birçok kente yayıldı.

Başlangıçta “İmamoğlu’na özgürlük” sloganıyla yükselen sesler, birkaç gün içinde çok daha kapsamlı bir toplumsal talebe dönüştü.
Artık mesele sadece İmamoğlu değil
Bugün gelinen noktada sokaklarda yükselen öfke, yalnızca Ekrem İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalara değil; toplum üzerindeki baskıya, yargı bağımsızlığına olan inanca, ifade özgürlüğüne ve iktidarın tahakkümüne karşı bir direniş olarak şekillenmiş durumda.

Protestocular, farklı siyasi görüşlerden, yaş gruplarından ve toplumsal katmanlardan geliyor. Ancak ortak nokta, “artık yeter” diyerek demokratik haklara sahip çıkma kararlılığı. Üniversite öğrencileri, akademisyenler, sendikalar, kadın örgütleri ve bağımsız gazeteciler bu hareketin içinde aktif rol alıyor.

Küçük kıvılcımdan büyük yangına
Bu sürecin başlangıcı, tarihsel bir analojiyle de yorumlanıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın kıvılcımı, 1914’te Avusturya-Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürülmesi olmuştu. Ancak herkes biliyordu ki savaşın gerçek nedeni bu değildi; kıtayı saran krizler, güç savaşları ve uzun süredir bastırılan sorunlar bir patlamayı bekliyordu. Bugün Türkiye’de yaşananlar da benzer bir örnek teşkil ediyor:
İmamoğlu’nun gözaltısı yalnızca bir tetikleyici oldu. Asıl mesele, yıllardır biriken adaletsizlik, baskı ve yönetim biçimine karşı toplumun tepkisidir.

Adalet, özgürlük ve demokrasi
Protestoların bugünkü temel amacı artık çok daha net:
- Yargının siyasileştirilmesine son verilmesi,
- İfade ve basın özgürlüğünün sağlanması,
- Demokratik kurumların yeniden işler hale gelmesi,
- Toplum üzerindeki güvenlikçi ve baskıcı politikaların son bulması.
Kamuoyunda, “hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku” algısının derinleştiği bu dönemde, protestolar bir “hukuk devleti” talebine dönüşmüş durumda.

Hükümetin tutumu ve uluslararası yankı
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, protestoların başlamasından bu yana 1.400’den fazla kişinin gözaltına alındığını açıkladı. Hükümet, eylemleri “provokatif” olarak nitelendirirken, sokağa çıkanlara yönelik sert müdahaleler ve yargı baskısı sürüyor. Buna karşın, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve birçok uluslararası kuruluş, Türkiye’deki demokratik gerilemeye dikkat çeken açıklamalar yapıyor.

Sadece sokakta değil, toplumun ruhunda bir değişim var
19 Mart protestoları, Türkiye’de uzun süredir bastırılan siyasi ve toplumsal gerilimlerin yüzeye çıkmasına neden oldu. Bu yalnızca bir eylem serisi değil, sivil direnişin yeniden doğuşu olarak da görülüyor. İktidara yönelik tepkinin, artık bireysel değil kolektif bir hafıza ve tepkiye dönüştüğü bir dönemin içindeyiz.